15 Mayıs 2012 Salı
TAKUNYALAR - Öykü / Sebahat Mayda YAVUZ
Bin dokuz yüz seksen altı yılıydı. Kucağımızda çocuk; semt semt, sokak sokak kiralık ev arıyorduk.
Eşim, tanıdığı herkese telefon ediyor, kirası uygun ev olup olmadığını soruyordu. Askerlik arkadaşlarını belki yıllarca arayıp-sormamıştı ama kiralık ev arama yorgunluğu, yıllar sonra onları bile aklına getirmişti.
Herkesten ''Yok'' veya ''Var ama kirası şu kadar'' yanıtını alıyorduk. Bizim bütçemizi aşan miktarlardı. Kiralık ev aramaktan bıkmış bir haldeydik.
Buluyorduk ama ev sahipleri öyle şartlar söylüyorlardı ki; donup kalıyorduk. Fakat Sarıyer'de iki katlı tabanı ahşap eve hâlâ içim yanar.
Nedenini bilmiyorum ama o eve gerçekten kanım ısınmıştı. İlk defa o zaman, insanlara olduğu gibi, evlere de insanın kanının ısındığını veya o evi sevemeyeceğini fark etmiştim. Zaten ilk defa kiralık ev arıyordum. Babamın evinde hiç kiralık ev aramamıştım ki, ne zorluğunu ne de evlerin de aynı insanlar gibi, sevilip, sevilmeyeceğini bileyim!
Sarıyer'deki o eski iki katlı, tabanı ahşap evin ikinci katı kiralıktı ama ev sahibi; kışın, illâ odun yakma şartı koymuştu. O zaman ''Neden?'' diye sormak veya nedenini düşünmek hiç aklıma gelmemişti... Şimdi anlıyorum ki; kömürden zehirlenme tehlikesi yaşamak istemediği için bu şartı koymuştu...
Bizi değil, kendisini tehlikeye atmak istemiyordu. Zira bizim tabanımız olacak tahtalar, onların da tavanı idi... Hâlâ, kiracı olarak oturacak olsam; kiracısı olacağım evin, o olmasını isterim.
Babamın, kendi eviydi. Evlendiğimde de; eşimin babasının evinde oturuyorduk. Eşimin babası emekli olunca ''İki kadın bir mutfakta olursa; yangın çıkar'' misali, bize evden ayrılmak düşüyordu. Kucağımızda çocuk, sokak sokak, semt semt ev aramamızın nedeni buydu...
Tam ümidi kesmişken, bir akşam telefon çaldı. Arayan, eşimin asker arkadaşıydı. Akrabalarının kiralık bir evi olduğunu ve gelip görmemizi söylüyordu.
Ev aramaktan o kadar yorulmuş, bunalmıştık ki; bana kalsa, evi hiç görmeden, hemen eşyaları bir kamyona yükleyip eve taşınacaktım. Nasıl olursa olsun, artık önemli değildi!
Neredeyse bir yıl olmuştu; kayınvalidem, kayınpederim, görümcelerimle aynı evde oturuyorduk.
İlk gelin geldiğim de, birlikte oturmuş olsaydık; belki bu kadar zor gelmeyecekti ama kendi düzenini kurmuş, kendi evimin hanımı olmuştum bir kere... Belki de bu nedenle, bana birlikte oturmak gerçekten çok zor gelmişti. Hatta aynı evde, aynı mutfakta; kayınvalidem ayrı, ben ayrı yemek pişiriyordum. Çünkü ikimizin de damak zevki ayrıydı! Bazen hır-gür çıkıyordu. Sessizliğimi koruyordum ama bir taraftan da sabrımın dolduğunu hissediyordum.
Bu telefon konuşması bana adeta cankurtaran gibi gelmişti. Nerede olursa olsun, nasıl olursa olsun; o eve gitmek, daha doğrusu kaçmak istiyordum.
Yeter ki yine kendi evimin hanımı olayım!
Sabahın olmasını zor bekledim. Sabah, eşim işyerine gitti ve patrondan izin alıp, geldi.
Ben, çoktan hazırdım. Çocuğu aldım ve üç araç değiştirerek, verilen adrese gittik. Sarıyer gibi, İstanbul'un gözbebeği olan bir semtte büyümüş olan eşim; bu semti, evin olduğu yeri hiç beğenmedi. Sarıyer'den de ev kiralayacak paramız ne yazık ki yoktu!
Ben, beğenip-beğenmeme lüksüne sahip değildim. Çünkü artık evdeki hayatım işkenceye dönmüştü. Sadece o evden ayrılmak istiyordum. Neresi olursa olsun, yeter ki yanımda çocuğum ve eşim olsun. Öyle; pembe panjurlu ev hayali kuracak durumda değildim.
Eşimin yüzünün ifadesinden ve sessizliğinden, durumdan hiç de hoşnut olmadığı belli oluyordu.
Evi gördük. İki oda bir salon, küçükte bir mutfağı vardı.
Ev sahibinin istediği kira bedeline eşim itiraz etti fakat ev sahibi bir türlü indirim yapmıyordu. İçimden ''Ne olur Allah'ım, bu evi kiralayıp-taşınalım. Ne olursun bir aksilik çıkmasın'' diye dua ediyordum.
İndirim yapılmayınca; eşim ''Olmaz! Bu kadar kirayı, bu maaşla ödeyemem'' deyince, sanki sabrım patlamıştı.
''Beni otogara götür'' dedim. ''Ben bir daha o eve dönmek istemiyorum.''
Eşim şok olmuştu. Uzun uzun yüzüme baktı.
''Bu kadar kira verirsek, aç kalırız'' dedi. Açlığa da razıydım. Yeter ki huzurum olsun.
''Kararlıyım'' dedim. ''Ya bu evi tutarsın ya ben babamın evine dönüyorum.''
Ev sahibine dönerek ''Tamam'' dedi eşim...
Sanki ev kiralamamış, villa satın almışız gibi mutluydum.
Sarıyer'e döner dönmez; eşyaları toplamaya başladım. Benim kayınvalidem, kayınpederim, görümcelerimdi ama eşimin; annesi, babası, kardeşleriydi...
Ben ne kadar mutluysam, eşim de o kadar üzgündü! Ailesinden ayrılmak zor geliyordu. Çok içe dönük bir aile yapıları vardı. Birbirlerine çok bağlıydılar. Eşimi, şimdi daha iyi anlıyorum.
Ertesi gün, tüm eşyaları taşınmaya hazır hale getirmiştim.
Taşınacağımız ev yeni badana yapılmıştı. Ev sahibi kendi oturmuş fakat bir türlü rahat edememiş ve eşyalarını,üst katta bir oda, bir salon olan; yine kendine ait, eski dairesine geri taşımıştı...
O hafta içinde taşındık.
Aman Allah'ım! Yeniden doğmuş gibi hissediyordum kendimi veya yıllardır mahpusmuşum da, özgürlüğüme kavuşmuşum gibi mutluydum.
Sarıyer'e göre, bu semtte her şeyin fiyatı çok daha ucuzdu...
Benim için alışmak zor olmadı ama eşim hiç alışamadı bu semte yine de yaklaşık beş yıl o evde oturduk.
Beş yıl sonra, kirayı ödeyemeyeceğinden korkan eşim, para bile biriktirmiş ve biriktirdiğimiz parayı peşinat olarak verip, biraz da borçlandıktan sonra; bir salon, bir oda ve küçük bir mutfağı olan bir ev satın almıştık.
Bu eve taşındığımız da; evin banyosunda bir çift takunya vardı. Ben, o takunyaları kullanmış ve eskitmiştim.
Satın aldığımız eve taşınmak için eşyaları toplarken, birden aklıma o geldi.
Hemen Eyüp Sultan Camii yakınlarında takunya satan bir dükkâna gittim ve bir çift takunya aldım.
Eve gelir gelmez; unutmamak için, ev sahibine götürdüm.
''Teyze! Evinize taşındığımız da, banyoda bir çift takunya vardı. Sizin, o takunyaları ben kullanıp eskittim. Size yeni takunya aldım. Hakkınızı helâl edin!'' dedim.
Teyze gülümseyerek yüzüme baktı ve dalgın bir şekilde ''Kızım, biz hiç takunya kullanmayız ki!'' dedi.
''Ama teyze nasıl olur, bizden önce o evde siz oturuyormuşsunuz ve siz çıkar çıkmaz biz taşındık'' dedim.
''Vallahi kızım anlamadım ki, biz hiç takunya almadık. Ne amcan ne ben kullanamayız zaten'' dedi ve güldü.
O evin banyosundaki takunyaların sırrını; ne ev sahibimiz olan teyze, ne amca, ne biz bir türlü çözemedik. Takunyaları götürüp, Eyüp Sultan Camii'ne bıraktık.