Her genç kız, on beş yaşında bile kendini evliliğe hazır hisseder. Hele sevdiğiyle...
Evlilik, sadece sevdiği insanla birlikte yaşamakmış gibi gelir ona ama tecrübe sahibi olan anne-babaları, evliliğin bu olmadığını bildikleri için, Trakya'da bu yaş da evlenmesine izin vermez çocuklarının zaten yasalarda izin vermez!
Salim'i tanıdığım da daha on beş yaşında idim. Salim, askerliğini bitirip-gelmiş; evlenebilecek yaştaydı.
Belki, onun yaşının benden epey büyük olması, olgunluğu, benim çocuksu davranışlarımı olgunlukla karşılaması; daha on beş yaşında benim kendimi evliliğe hazır hissetmemi sağlıyordu.
Tabii, kararları evde ''kanun'' olan annemin, benim bu düşüncemden haberi bile yoktu. Olsa, neler olabileceğini düşünemiyorum bile... En son, arkamdan fırlattığı terliğin acı tadını hâlâ unutamıyorum. Terlik cezamın nedeni, sadece onun söylediği saatte evde olmayışımdı. On dakika gecikmenin cezası!
Annelerimiz, belki babalarımızdan daha çok kızgınlık duyduğumuz, bizlere verdikleri cezaların hep ''haksız'' olduğunu düşündüğümüz kişilerdi. Oysa babalarımızın haberi bile olmadığı, annelerimiz tarafından hafif cezaya çarptırılmış ne kadar çok kabahatlerimiz vardı!
Hayatta en çok korktuğum bir annem, bir de ''abla'' dediğim teyzemin kızı Semahat'tı...
Verdikleri cezalar bile çok benzerdi.
Bir kez; küfür ettiğim için ağzıma doldurduğu acı pul biber ve sonrasında ağzımın acısından kurtulmak için koştuğum bahçedeki çeşmenin vanasını kapatıp, vananın başında ''cezamı çektiğime'' karar verinceye kadar vanayı kapalı tutması hiç aklımdan çıkmaz.
On beş yaşında tanıdığım ve bana kalsa hemen evlenmeyi düşündüğüm Salim ile evlenebilmem için tam yedi yıl geçmişti.
Önce, annemin karşı çıkışları; Salim'in ailesinin ısrarlı geliş-gidişleri ve ailesini yakından tanımasıyla yumuşamaya başlamıştı ve sonunda ''Tamam! Kısmetse olur. Hayırlısı nasılsa öyle olsun!'' a dönüştü; babam ile birlikte...
Yedi yıl sonra bir temmuz günü görkemli bir düğün töreni ile evlenmiştik.
On beş yaşında evlensem ne olurdu bilemiyorum ama yirmi iki yaşında bile evliliğin ilk ayları ve yıllarının gerçek yaşamla tanışmak olduğunu, iki ayrı dünyanın ortak noktalarını bularak, ortak bir dünya kurmak olduğunu ve zorluğunu anladım.
Küçük yaşlarda; nasıl tozpembe görünüyormuş hayat insana...
Salim'le birlikte aynı evde yaşasam; açlığa bile katlanırım hatta açlık hissetmem sanırdım. Evlenip, cicim ayları geçince; o çok sevdiğiniz insan da herkes gibi oluyor birden... Her şeyi beklemeye başlayıveriyor insan! En azından, baba evinde sahip olabildiklerini, yapabildiklerini karşılamasını istiyor. Evlenmeden önce; baba evindeki yaşam standartlarının altında bir yaşam sürebileceğini aklının ucuna bile getiremiyor hatta! Hep daha iyisi olacakmış gibi geliyor ama bazen hiç de öyle olmuyor.
Bin dokuz yüz seksen'li yılların başında; bulaşık makinesi, çamaşır makinesi lüks sayılırdı.
Evin en lüks elektronik eşyaları; televizyon ve buzdolabı idi. Onlar bile her evde olmazdı. Lükstü yani... Eşimin ailesinin, annemin-babamın evinde olmayan çamaşır makinesi ''Gencecik, güçlü-kuvvetli geline'' alınacak değildi ya, el ile yıkardı çamaşırlarını...
Bulaşık ve çamaşır konusunda çok titiz olan annem; evde bana bir defa bile bulaşık-çamaşır yıkatmamıştı. İnceliklerini anneme sorarak öğrendim.
Hamur işlerinde çok maharetli olan annem, hamur yoğurmaya başlamadan önce ''Bismillah! Benim değil, Ayşe Anamızın eli...'' diye önce dua eder, sonra hamuru yoğurmaya başlardı.
Günlerden cumartesi idi; benim ''çamaşır yıkama günüm!''
Leğeni, sıcak ve soğuk suyu, deterjanları hazırlayıp; kirli çamaşırların olduğu sepeti alıp-geldim.
Nedense birden, annemin hamur yoğurmaya başlamadan önce ettiği bu dua geldi aklıma '' yaptığı börek, poğaça, yarımca, kolay ve güzel olsun'' diyedir herhalde diye, düşündüm ve çamaşırları yıkamaya başlarken, annem gibi; ''Bismillah! Benim değil, Ayşe Anamızın eli...'' deyip başladım.
Öğlende yıkamaya başladığım çamaşırlar, neredeyse gece olacaktı ama bitmiyordu. Yıkıyorum, bir türlü istediğim kadar temiz görünmüyordu.
Akşam 19.00 gibi bitirip, çamaşır iplerine astım daha balkondan içeri girer girmez, kopan çamaşır ipiyle birlikte yıkadığım tüm beyaz çamaşırlar yerde... Toplayıp, tekrar duruladım ama kafamın içinde de annemin ettiği dua...
Bugünkü gibi, telefonlar yok ne evlerde sabit telefon, ne cep telefonları... Sabit telefon ancak işyerlerinde mevcut... ''Aç telefonu sor, öğren! Nerdeee?'' Mecburen, annemlere gidip-öğrenecektim.
Gece, eşim eve gelince ''Bu gece annemlere gidelim mi?'' dedim.
Evlerimiz biraz uzak mesafedeydi ve ben, yeni gelin olduğum için annemin-babamın evine bile tek başıma gidemiyordum. Ya eşim götürüyor veya eşimin kız kardeşlerinden biriyle gidiyordum.
Eşim ''Çok yorgunum ama biraz dinleneyim, gideriz'' dedi.
Akşam yemeğini yedik. Kahvemizi içtik ve eşim biraz dinlendikten sonra yola çıktık.
Kafamın içinde, o kadar dua etmeme rağmen, bir türlü bitmek bilmeyen ve işi aksi giden, yıkadığım çamaşırlar vardı.
Annem de dua ederdi ama onun hamuru balon gibi şişer ve yoğurduğu hamurdan yaptığı yiyecekler hep çok güzel olurdu.
''Herhalde benim duam kabul olmadı!'' diye düşünüyor, kendimi kabul olmayan duam yüzünden günahkâr hissediyordum. Bu suçluluk duygusuyla yolda eşimle hiç konuşmadım.
''Çok mu günah işledim acaba? Ne yaptım ki bu kadar?'' diye yolda da hep günahlarımı düşündüm.
Annemler, henüz akşam yemeğine oturmuşlardı. Gözüm, sofradaki mis gibi kızarmış ve yeterli oranda kabardığı için tepsi derinliğini aşmış böreğe gitti...
Alt dudağımı ısırarak ''Anne, börek yapacak gün müydü bugün!'' diye geçirdim içimden... İşaret parmağımla böreğin kenarına dokunarak, hafifçe içe doğru bastırdım. Sünger gibi çöktü. Belli ki çok yumuşaktı.
Birden ''Anne!'' dedim. ''Bu böreği yaparken yine dua ettin mi?''
Annem, şaşkın şaşkın yüzüme baktı. ''Hangi dua?'' dedi.
''Ayşe Anamızın eli'' dedim. Annem gülmeye başladı. ''Ay! Ben, öyle mi dua ediyorum?'' diye sorunca, anladım ki annem ettiği duanın farkında bile değildi.
''Anam'' dedi. ''Hep öyle başlardı ekmek hamuru yoğurmaya... Ondan duyardım. Ben de onun gibi başladım, evlenince... Lezzetli ve bereketli olurmuş!''
Koşarak bahçeye çıktım. Arkamdan, onlar da… Gülmekten, akşama kadar yıka yıka bitmeyen, çamaşırlarımın bereketinin, nedenini anlatamıyordum.