ALİ ABİ! - Öykü / Sebahat Mayda YAVUZ





Bir yolculuk başlıyordu. Hayatımda iki kez gördüğüm bir şehir... Hayallerimin mesleği öğretmenliğin; okulunu kazandığım ama gidemediğim, o okulun olduğu şehir...

''Kadere inanmam mı gerekiyordu?''
Kazanıp, MEB. bilmem hangi kanununun, bilmem hangi maddesinin, bilmem hangi fıkrası gereği, sağlık koşullarını taşımadığım için gidemediğim o okul...

Tam kırk yıl sonra; oğlum o şehirde, o okulu kazandı ve iki kez gördüğüm o şehre yolculuk başlıyordu.


Önce bir ev kiraladım. İkinci el eşya satan bir dükkândan ihtiyacımız olan; çamaşır makinesi, buzdolabı, soba, elektrikli süpürge gibi ihtiyaçları aldım.

Akrabalarımda yakın bir şehirde oturuyordu. İstanbul'dan eşya getirmektense, tüm tanıdık ve akrabalardan kullanmadıkları eşyaları da alıp getirdim.

Ev sahibine teşekkür borçluydum galiba...


Evin badanasını, pencere ve kapı boyalarını yapmış... Dolapların içindeki gazeteler bile değiştirilmiş.

Onları görünce ne kadar yorgun olduğumu anladım. Çünkü çok sevinmiştim bu işe...

Kayıt işlemleri için sabah otobüse binip, Edirne'ye indiğim de''Allah'ım doğru mu yapıyorum?'' diye bir kez daha duygu ve düşüncelerimi dinledim.

Başka çarem yoktu.

İstanbul'da kazandığı Anadolu Ticaret Meslek Lisesi, üniversite için seçebileceği birçok meslek alanını sınırlıyordu. Anadolu Lisesi'nin puanları da İstanbul içindeki okullarda çok yüksekti.

Tüm tembelliğine rağmen, Anadolu Ticaret Meslek Liselerinden birine girmeyi başarmıştı ama yeni açılan Anadolu Liseleri bu yıl ilk defa öğrenci alacağı için puan düşürmüşlerdi. Ancak hepsi de İstanbul dışındaydılar. Çorlu, Edirne, Marmaris, Erdek, Balıkesir sıraladık 2.tercihlerde...

Bir amacım da; beni gerçekten çok yoran bu şehirden uzaklaşmaktı. Şehir üstüme- üstüme geliyordu artık. Apartman kapısından çıkar çıkmaz sinir harbi başlıyor, dönünceye kadar kim bilir kaç kişiyle kavga ediyordum.

Sinirlerim çok yorulmuştu.

Belki de bu nedenle 2.tercihlerde seçtiğimiz okullar; hep tatil havasında oturabileceğimiz şehirlerdi.

Yerleştirme sonuçları açıklandığın da sevinç çığlıkları atmak geldi içimden... En çok olmasını istediğim şehirde okula yerleştirilmişti oğlum... Edirne!

Nedense bu şehri çok seviyordum. Yazın hayatına adım atmak için beni teşvik eden (Kızılay'ın açmış olduğu kompozisyon yarışmasında ödül kazandığım ve ödülü de; Edirne Gezisiydi.) ilk ödülümdü bu şehir benim! Belki nedeni buydu...

Oğlum bilmiyordu ama o koskocaman şehir, oğlum için de korkutuyordu beni...

Anne olmanın ne demek olduğunu, yalnızca çocuk doğduğunda değil, onlar büyüdükçe, tehlikeler arttıkça daha çok anlıyordu insan...


Kayıt işlemini yaptırdım.


Bir akşamüzeri, 2. el eşyalarımızı, kiraladığımız eve götürüp, tekrar İstanbul'a döndük.


İki hafta sonra okullar açıldı. Edirne'ye geldik. Artık oğlumla birlikte tekrar öğrencilik hayatına başlıyordum. Evin temizliği sabaha kadar sürdü. Oturulacak hale gelmişti artık ama ne arasam biri var, biri yoktu. Çeyrek asır sonra tekrar öğrencilik hayatının yoksulluğunu yaşıyordum. Oğlumla birlikte öğrenci olmuştum sanki...

Bir koşuşturmaca başladı. Yıllardır yürümediğim kadar yürümek zorunda kalıyordum. Ne alsam; birini alıyor, diğerini unutuyordum ve tekrar tekrar alışverişe çıkmak zorunda kalıyordum.

Gece oldu. Yorgunluktan yatağa kendimi nasıl attığımı bilmiyorum. Sabah olduğunda her tarafım sızlıyordu yorgunluktan...

Yıllardır ilk defa bu kadar kuş ve insan sesi duyuyordum. Her yerden birbirine;

-Günaydın! Hayırlı işler! Diyen esnaf sesleri geliyordu.

Kaybettiğim insanları bulmuştum sanki...

Aradan bir saat geçince;
-Ali Abi! Diye sesleniyordu herkes...

-Ali Abi! Fakat söylenen başka bir söz yok. Sadece;
-Ali Abi!

Bir süre sonra, sürekli seslenilen bu Ali Abi’nin kim olduğunu merak etmeye başlamıştım. Niye herkes ona sesleniyordu?

Günler birbirini kovalıyordu. Buraya geleli neredeyse bir ay olmuştu. İstanbul'dan arayanlar hâl -hatır sorduktan sonra;
-Nasıl, alışabildin mi oralara, güzel mi Edirne? Diye soruyorlardı.
-Güzel. Alıştım, diyordum.
-Selimiye Camii meşhurdur oranın, başka meşhur yerleri, şeyleri var mı? Diye sorduklarında;
-Evet! Var, dedim.
-Meşhur Ali Abi'si var bir de ama henüz kim olduğunu ve niye bu kadar meşhur olduğunu öğrenemedim.

Her sabah;
-Günaydın! Seslerinden sonra, herkes ''Ali Abi!'' diye haykırıyor.
Ciddi ciddi merak ediyordum bu ''Ali Abi''yi...

Aradan iki ay geçti.

-Ali Abi! Diye ses duyunca balkona fırlıyor, bu ''Ali Abi''nin kim olduğunu görmek istiyordum. Ama ''Ali Abi'' saklanıyordu sanki...

Ben, odadan ''Ali Abi'' sesini duyar duymaz balkona çıkıncaya kadar, seslenen de ortadan yok oluyordu.

''Caddedeki en yaşlı esnaf herhalde'' diye düşünmeye başladım.

Yoksa herkes ''Günaydın!'' dedikten sonra, niye ''Ali Abi!'' diye ona seslensin?...
Ona da ''Günaydın'' demekti belki bu...

Ama yine de bir kez olsun, herkesin saygı gösterdiği bu ''Ali Abi''yi görmek istiyordum. Göremedikçe, merakım daha da artıyordu.

Her sabah ''Ali Abi!'' seslenişini duyar duymaz, balkondaydım artık...

Ali Abi, onu merak ettiğimi bilirmişçesine, saklanıyordu sanki... Artık ''Ali Abi'' benim için, meraktan öte, çözülmesi gereken bir bilmeceydi!

İki ay... Üç ay... Ben, hâlâ ''Ali Abi’’nin peşindeyim!
-Kim bu Ali Abi?

Artık esnaf dükkânlarını açar açmaz, birbirlerine ''Günaydın!'' derken daha, balkonda ''Ali Abi!'' seslenişini beklemeye karar verdim. Aksi halde öğrenemeyecektim.

-Günaydın!
Bu sabahın ilk ''Günaydın'' seslenişiydi ve ben kendimi balkona attım.
Bugün ''Ali Abi''yi görecek, bu bilmeceyi çözecektim.

-Günaydın! Seslenişleri birbirini izledi.
Bir çay demleyip, ''hem balkonda bekler, hem de içerim'' diye düşünüp, mutfağa gittim. Girer girmez... Bir ses:
-Ali Abi!
Elimden çaydanlıkları atarcasına bırakıp, balkona fırladım.

Ne seslenen, ne ''Ali Abi'' vardı ortada...

-Hay aksi! Dedim, sanki benim mutfağa gitmemi beklemişler.

Çay demlemekten de, çay içmekten de vazgeçtim.

Bugün, mutlaka öğrenecektim. Kimdi bu meşhur ''Ali Abi?''

Saatler birbirini kovalıyor, vakit öğleye yaklaşıyordu. Güneş de balkona gelmeye başlamıştı. Sıcaktan başım ağrıyordu.

Her gün, art arda sıralanan;
-Ali Abi! Seslenişleri, bugün bir sesleniş de kalmıştı.

Sanki herkes, benim onu merak ettiğimi biliyor ve ''Ali Abi'' yi benden saklamak istercesine seslenmiyordu bugün...

Yok, bugün de öğrenemeyecektim. Artık, kendime de meşhur ve gizemli ''Ali Abi''ye de için- için kızmaya başladım.
‘’Bana ne! Kimse kim’’ deyip, içeriye girdim.
-Ali Abi! Diye gürleyen bir ses...
Kendimi balkonda buldum.
Artık, ''Ali Abi'' sanki benmişim, bana sesleniyorlarmış gibi, ''Ali Abi’’denilince kendimi balkonda buluyordum.

Artık kararımı vermiştim. Ya birine soracak veya gizli değil, açıkça; balkonun demirine yaslanıp, görene kadar bekleyecektim ve muammayı çözecektim.
Sabah ''Günaydın''ından, akşam ''İyi akşamlar'' seslerini işitinceye kadar, balkonda bekledim. Her gün defalarca seslenenler, bugün sadece iki kez seslenmişlerdi. Sinirlerim iyice gerilmeye başladı. Kendime, bir kez daha kızdım.

Sanki çok önemli bir meseleydi. Bir ''Ali Abi''ydi işte! Bir kez daha ''Kimse kim? Aman bana ne!'' diye söylenerek içeriye girdim.

O gece, niye o kadar sinirliydim? Sabaha kadar uyuyamadım, hep kendime kızdım: ''Çocuk muydum ben?'' Bütün günümü bir merakı gidermek için, balkonda geçirmiştim.

Sabah ezanı okunmuş, güneş doğmaya başlamıştı. Ben, hâlâ gözümü kırpmamış bir saat bile uyumamıştım.


İki üç saat sonra, her gün olduğu gibi, esnafların rutin;
-Günaydın! Seslenişleri duyulmaya başladı. Seslenişleri duydukça, kendi kendime kaşlarımı çatıyordum. O gün, hiç balkona çıkmadım. ''Ali Abi''yi cezalandırıp, mutlu oluyordum sanki ama ''Ali Abi''nin ne benim merakımdan, ne de benden haberi bile yoktu...

Zafer kazanmış gibi mutluydum o gün!

Ertesi gece, bir gece önceki uykusuzluğun acısını çıkarırcasına derin -derin uyudum.

Artık merak etmeyecektim. Güneşin ilk ışıklarıyla, dinlenmiş olarak uyandım. Esnafın;
-Günaydın! Sesleriyle kalkarak, çayımı demledim ve balkonda gönlümce bir kahvaltı yapmaya karar verdim. Fakat o da ne? Evde ekmek kalmamıştı. Acele giyindim. Fırından sıcak ekmek alacaktım kendime...

İyi bir uyku uyumanın dinçliğiyle, bugün kendimi çok mutlu ve dinamik hissediyordum.

Apartmanın kapısından çıkıp, elli metre yürümüştüm ki;
-Ali Abi! Diye bir ses.
Dönüp bakmak ile bakmamak arasında, bir an bocaladım. Sanki ''Ali Abi'' onu merak etmediğimi biliyormuş da ''neden merak etmediğimi'' düşünüp, o da bunu merak etsin istedim.
Tekrar yürümeye başladım. Yirmi metre gider gitmez, tekrar:
-Ali Abi! Diye seslenen bir ses! Olduğum yerde, bir an durdum. Yolun ortasında, bakıp ile bakmamak arasında kararsız duruyordum.

Birden ters yöne, eve doğru yürümeye başladım. Apartmanın karşısındaki çay ocağının önünde biri duruyordu.
-Ali Abi! Diye seslendi, karşıdan bir esnaf ve eliyle iki işareti yaparak, elini bir yöne döndürmeye başladı.

Apartmanın içine kendimi zor attım. Kahkahalarla gülüyordum. Aylardır merak ettiğim, meşhur ''Ali Abi'' evimizin karşısındaki çay ocağını işleten, ocakçı beyefendiymiş!

Herkes, sadece ismini sesleniyor, çay veya kahve istediklerini, el işareti ile anlatıyormuş.

-Ali Abi!