14 Mayıs 2012 Pazartesi
BURADA GÖRÜLECEK BİR ŞEY YOK! - Öykü / Sebahat Mayda YAVUZ
Minibüs şoförünün ''Burada görülecek, gezilecek bir yer yok ki!'' sözünü ömrüm boyunca unutamam.
Sahip olanlar kıymetini bilmiyordu demek ki?
Büyük bir şehirden gelmiş biri için, burada gezilecek ne kadar çok yer, görülecek ne kadar çok güzellik olduğunun farkında bile değildi.
Hayatımda belki ilk defa; sanatçı ile normal bir insanın arasındaki farkı fark ettim. (Belki de sanatçının tanımını buldum.)
Oysa ben, neler görüyordum baktığım her yerde! Çeyrek yüzyıldır; bu kadar yeşili bir arada görmemiştim.
Nehir, orman, tertemiz bir hava; akciğerlerim adeta oksijen bayramı ediyordu.
Yeşilin her tonunu görmek mümkündü ve şoför bana hâlâ ''Burada görülecek bir şey yok ki; te işte!'' diyordu.
''Lozan Anıtı’nı’’ görülmeye değer, tek yer olarak söylüyordu.
Aslında bilmiyordu ki; kendisi bile... Hiç sormadan, buranın tarihçesini bir solukta anlatıveren, böyle insanlara yıllardır hasrettim. Kendisi bile, bulunmaya, görülmeye değer, bir değerdi!
Ben hayatı son ucundan yakalıyordum galiba... Rüya gibi bir yerdi. Rüyada görülecek insanlardı sanki!
Bir şey sormaya, hatta selâm vermeye bile çekindiğiniz; Allah'ın selâmını bile şüphe ile kabul etmeyen insanların olduğu, herkesin ''ulaşılmaz'' dediği ama ulaşanların ''ne kabul ne de reddedildiği; kendine âşık bir şehir'''den geliyordum ben...
Herkes bu şehre âşık ama şehir kendine âşık olduğu için; bu şehre ulaşabilmek, bu şehre sahip olmak mümkün değildi. Sadece siz ona âşık oluyordunuz ve o sizi; güzelliğini seyre davet ediyordu...
Kısacası; ne onunla ne de onsuz olabiliyordunuz!
''Fazla naz âşık usandırır'' sözüne uygun bu büyük şehrin nazından usanmış olmalıyım ki; Edirne'ye; İstanbul'a nazire yaptırıyordum.
''Tarihin kıymetlisi, başkenttim Osmanlı'ya'' diye böbürlenen İstanbul'a ''Ya Edirne? Senden aşağı mı?'' demek, sanki İstanbul'u kıskandırmak istiyordum.
Buradaki insanların fazla rahatlığı canımı sıkıyordu yalnız... Ülkenin her yeri bu kadar rahatmış gibi, bir boş vermişlik ve rahatlık içindeydiler.
İstanbul gibi bir şehrin; hem zenginliğini, hem yoksulluğunu görmüş biri olarak; biraz kıskanıyor muydum ne Edirne'yi, Edirnelileri?
Burada, suskun insan görmek pek mümkün değil. Sohbet ediyordu herkes... İster istemez bazı sohbetleri duyuyor insan! Ne ülke sorunları, ne dünya sorunları; günübirlik yaşıyorlar sanki...
-Bugün aç değilim, yarına Allah Kerim!...En çok da bu dikkatimi çekiyordu. Hiç mi sorunları, başka idealleri yoktu bu insanların? Oysa biz, daha çok Anadolu insanını ''şükürcü'' olarak biliriz ama benim Edirne'de gördüğüm; yarınından endişesiz bu insanlar; Trakya insanının ne kadar kanaatkâr olduğunu gösteriyordu bana... Oysa o kadar zengin değillerdi. Çok kişi otomobil sahibiydi ama lüks otomobil görmek pek mümkün değildi meselâ... Eski model, ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek otomobillerdi. Tüketime dayalı düşünce yapıları yoktu Edirnelilerin. ''Aaaa! Yeni model otomobil imal edilmiş, ben de bu otomobilden bir tane almalıyım'' gibi, ne yatırım, ne gösteriş için; böyle düşünenini hiç görmedim.
Herkes çalışıyor, rızkını çıkarıyor ve evine o akşam ekmek götürmenin mutluluğuyla, yarınından hiç endişesi yokmuş gibi, mutlu ve huzurlu yaşıyor. İstanbul'un endişeli yüzlerini burada görmek mümkün değil... Belki çoğunun kendi işi olmasından kaynaklanıyordu bu güven. Yanında çalışanlarda ya çok yakın akrabaları veya çok yakın arkadaşları oluyordu.
Civar köylerde herkes; kendi tarla ve bahçesini ekiyor. Aç kalma endişesinden uzak. Evinin ihtiyacını ayırıyor ve fazlasını; cadde üzerinde veya şehir pazarına getirerek satıyor.
Büyük şehrin kavgası bir başka tabi... Her an işten atılma endişesi! Otobüslerin kapısından bir ayağını atanlar bile ''Oh! Geç kalıp, patrondan azar işitmeyeceğim, bugün de gündeliğim kesilmeyecek çok şükür'' rahatlığını, bedeninin çektiği çileyi hiçe sayarak, hissedebiliyor büyük şehirde yaşayanlar...
Edirne'yi, Edirnelileri kıskanmamak mümkün değil!
Mutlu insanlar şehri; Edirne! Seni çok sevdim.
- Burada görülecek, gezilecek bir yer yok’’ diyen şoförünü de...
-Al, benim gözümle bak şoför Bey!